24 Ocak 2014 Cuma

ELAZIĞ'IN BAHÇELERİ


  Babil'in asma bahçeleri gibi muhteşem olmasa da Elazığ'ın bahçeleri gerçekten biz şehir hayatının içinde boğuşan insanlar için gün doğumundan gün batımına kadar inanılmaz güzellikler barındırıyor. Yıllar önce bir arkadaşım (o dönemlerde küçük bir ilde yaşıyordu ve büyük bir bahçeleri vardı ) bir Istanbul ziyaretlerinde sohbet ederken; "yeşilin içinde olduğun için özlemişsindir oraları mutlaka " dedim. "Hayır hiç özlemedim dedi bıktım yeşilden,ağaç böcekten"dedi inanılmaz şaşırmıştım ve anlamakta zorlanmıştım.İnsan hiç yeşilden bıkar mı diye sordum kendi kendime.Belki hep aynı şekilde yaşamaktan ya da elinin altında olduğunu bilmenin verdiği rahatlıktan mıydı bu sıkılma diye düşünmekten kendimi alamamıştım.Ama bir kaç yıl sonra evlenip İstanbul'a yerleştikten çok değil bir yıl sonra inanılmaz sıkıldı bu şehirden."sanki nefes alamıyorum" dedi.Öğretmen olduğu için yazları ailesinin yaşadığı o küçük şehre ve bahçeye kendini dar attığına kaç kez şahit oldum :).Bu yaz biz eşimin ağabeyinin yaşadığı şehre Elazığ'a gittik ve inanılmaz görüntülerle karşılaştık yine.Ümit ağabeyin kayınvalide ve kayınpederinin bahçesine ve eşimin teyzesinin bahçesine bir kaç kez gidip çok güzel anılar biriktirdik yine.Çok yorucu olmasına rağmen bahçeyle uğraşan insanlar için terapi niteliğinde oluyor.Çocukluğumda kahvaltıda mutlaka biber bulunurdu ama ben kızartması dışında hiç sevmezdim.Buraya ilk geldiğimde yediğim biber benim biberle barışmamı sağladı,inanılmaz güzeldi tadı.Dalından kopararak yediğimiz meyvelerin de,topraktan sökerek topladığımız tüm yeşilliklerin tadına ve kokusuna doyamıyorsunuz.


Defne kuzeniyle güzel manzaraya birlikte poz veriyorlar.Ortadaki resimde salata için semiz otu topluyoruz.Semiz otu oralarda ayrık otu olarak büyüyor,özellikle ekmiyorlar yani.Anne babalarının gençliklerinde bu otu söküp atarlarmış.(ne ilginç değil mi?)

Eşim ve dutlar , meyveleri dalından kopararak yemenin zevki de başka gerçekten.Gittiğimiz zaman dut,kayısı ve erik zamanıydı çok güzeldi gerçekten.Bahçeden gün batımı.








Bereketli topraklar gerçekten ne ekseniz yetişiyor gibi.Resimdekiler sırasıyla ayçiçeği,biber,çilek ve patlıcan.Bu şehirde üzüm de yetiştiriliyor.Üzüm,dut pekmezi ve üzüm yaprağı bol bol alıyoruz burada.  Hayatımda ilk kez taze nohutu burada gördüm.


Burada sebze,meyveyi kurutmaya çok elverişli bir hava var.Ne yetişiyorsa kurtulmuş halini gördüm hemen hemen.Istanbul bu konuda çok elverişsiz bir havaya sahip maalesef.Evde biber salçası yaptığımda fırında kurutarak yapmıştım bu yüzden.Yukarıdaki resim teyzemizin bahçesi ,arı kovanlarının arka tarafı ceviz ağaçlarıyla dolu ne yazık ki resmini çekmemişim,görülmeye değerdi gerçekten.

Şehir hayatından bunalanlar için inanılmaz güzel manzara ve görüntülerle karşılaşabiliyorsunuz.Bu resimler Pertek'de bindiğimiz feribottan çekildi.Yüzünüzü nereye çevirseniz çok güzel bir görüntüyle karşılaşabiliyorsunuz.


Ilk üç resim Düzgün baba tepelerinden.Hayatımda bu kadar büyük bir çekirge gördüğümü hatırlamıyorum.Dördüncü resim ise yolda gördüğümüz bir görüntü.O sudan içtik inanılmaz serin ve güzeldi tadı.Düzgün baba türbesine çıkmak oldukça zor.Eşim yarı yoldan döndü :) .Söylediklerine göre ikinci resimdeki tepe gibi üç tane tepe çıkmak gerekiyor.Bu görünen tepeyi bile çıkmak çok zor.Kayalıkların orada insanlar küçücük görünüyor.Gittiğimiz zaman Temmuz ayıydı. Gidenler güneş kremleri ve gerekli malzemelerle tedariklilerdi.Yine gidenlerin anlattıklarına göre türbenin orada sicim gibi bir su akıyor ve orada bir çay kaşığı duruyor.İnanca göre kalbi temiz olanlar o kaşık kadar su alabiliyor sadece.Olmayanlara ise hiç su akmıyormuş.Düzgün Baba'nın hikayesi ise şöyle ;

Hikâyesinin anlatıldığı kendi ismini taşıyan halk şarkısı birçok çağdaş sanatçı ve grup tarafından yorumlanmıştır.
Dersim (Tunceli) yöresinde yaşadığı anlatılan Dersim aşiretlerinden Kureyşan aşiretine bağlı bir ermiştir. Asıl adı Şah Haydar olmak üzere, Mahmud Hayrani'nin oğludur. Mahmud Hayrani ise Mevlana'nın bir müridi olarak tanınmış bir kişiliktir. Haci Bektaş-ı Veli'yle akrabalığı olduğunu savunan bir kavmin 9. ya da 11. atasıdır. Soy şeceresi bakımından Hacı Bektaş ile aynı İmama çıkar.
Mahmud Hayrani Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanları otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani "Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar" diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdirse ağaç hemen yeşeriyor. Taze süsleniyor,keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyor.
Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar da Ne oldu, babam Derviş Mahmud'u mu gördün ki bu kadar hapşırırsın der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır, mahçup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar.
(Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış. Bu hediklerle Zargovit'ten Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.)
Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine,Gidin bakın bakalım, bizim Şah Haydar ne alemde? der.
Müritlerinden birkaç kişi bu 2100 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkar. Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu, herhangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye Durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. (Bu düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün Baba olarak söylenir.) Bugün dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder.
(Kaynak Vikipedi)

Bu resimler de Kutuderesi denen yer.Yol boyunca insanlar şezlongları kenarda sulara giriyorlar ailece.Su çok güzeldi şırıl şırıl akan sesi ,rengi gerçekten görülmeye değer.Ikinci resimdeki tarafa dakikalarca bakarak o görüntüye daldığımı hatırlıyorum.Ümit ağabeyler bir süre sonra bu şehirden ayrılmayı düşünüyorlar insan ister istemez üzülüyor.Üç kez gittim her gidişimde inanılmaz görüntülerle ayrıldım oradan.Ilk gittiğimizde Munzur gözelerine gitmiştik mesela.Orası da inanılmaz güzeldi.Bir Elazığ yazısı daha yazmayı düşünüyorum Harput ve Munzur gözelerini anlatmayı planlıyorum o zaman.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder