28 Ocak 2014 Salı

PATRICK WHITE - VOSS

    En beğendiğim kitaplar arasında yer edinen bir kitap oldu Voss.Yazar 1848 yılında Avusturalya çöllerinde ölen Ludwig Leichardt'ın hayatından esinlenerek yazmış bu kitabı.Alman kaşif Voss'un Avusturalya çöllerindeki içsel çatışmalarının,bir kaç kez gördüğü bir kadına duyduğu aşkın,çölün başkalaştırdığı kişiliğinin ,bu etkileşimlerden dolayı kendini tanrı gibi görmeye başlamasının hikayesi.Yazar Patrick White bu kitabıyla 1973 yılında Nobel ödülü almış. Kitaptaki anlatım dili yalın olduğu kadar şiirsel ve edebi idi.


S.162-Bundan önceki yolculuğunda görmüş olduğu bir yığın kireç taşı geldi aklına.Doğa bu Kaya yığınını insan çok benzeyen biçimlerde yontmuştu.
S.216-Gözle görülebilecek herşey sevdanın amaçları uğruna yaratılmıştır; yerdeki taşlar bile, üzerlerine yapışan toz sayesinde daha düzgün,daha kaygan olurlar.
S.339-Ne olur şunu aklında tut:vermek almaktan daha az alçaltır insanı.Büyük acılara gebe olan bir şeyi almaya dayanabilecek misin?
S.345-Yaratıcı eylem gibi sabahların da öncesi yoktur;her sabah yeryüzünün ilk sabahıdır.
S.362-Ancak uzaklıklarda buluşabiliriz ; düşlerse uzaklıkların yakına gelmesidir.
S.444-Ateş yakıldığı zaman altın renkli alev kara kömürden çıkar.


Yazar Patrick White



28 Mayıs 1912 Londra-30 Eylül 1990 Sydney.İngiliz edebiyatının önde gelen isimleri arasında yer alır.Sydney ve Cambridge'de öğrenim gördü.ABD ve Avrupa'yı gezdi.2.Dünya savaşına Kraliyet Hava Kuvvetlerinde katıldı.Savaşın bitiminde Avusturalya'ya dönerek Sydney'de kendi çiftliğine yerleşti. 1935 de bir şiir kitabı yayınladıktan sonra,1979 a kadar roman,hikaye ve tiyatro dallarında eserler verdi.


25 Ocak 2014 Cumartesi

YALANCI SU BÖREĞI

Su böreğini  sevmeyen var mıdır bilmem ama ben çok severim.Annem çok güzel yapar su böreğini ama hem çok kalorili olmasından,hem de meşakkatli olmasından dolayı özel günlerde nadiren yapıyor.Yıllar önce tanıdığım bir aşçıdan yalancı su böreği tarifi almıştım.Ama tarifi kaybettim. Yalnızca bol yumurta kullandığımı hatırlıyorum :) .Oğlumun doğum gününde bu börekten yapmak istedim ama internette benzer tarif bulamadım.Değişik bir tarif bulunca bunu denemeye karar verdim.Gerçeği ve bir önceki tarif kadar olmasa da fena olmadı denenebilir.

Malzemeler
2 adet yufka
2 yumurta
2 su bardağı süt
1 çay bardağı sıvıyağ
2 yemek kaşığı tereyağı
1 paket kelebek makarna ( ben fiyonk kullandım aslında penne bile olabilir )
Peynir ve maydanoz

Öncelikle makarnayı haşlayıp süzdükten sonra ayrı bir kapta  peynir,maydanoz,tereyağıyla makarnayı karıştırıyoruz.Yine ayrı bir kapta sütü,sıvı yağı ve yumurtayı karıştırıyoruz.Bir tepsiyi yağladıktan sonra yufkanın birini kenarlardan taşacak şekilde tepsiye seriyoruz,sıvı karışımdan biraz gezdiriyoruz. Sonra diğer yufkayı ikiye bölüp yarısını tepsiye seriyoruz , biraz yağladıktan sonra makarnalı karışımın hepsini döküyoruz üzerini yağladıktan sonra kalan yarım yufkayla beraber tepsinin kenarlarında kalan yufkayı kapatıp kalan sıvı karışımın hepsini gezdirip fırına veriyoruz.Üzeri kızarana kadar pişiriyoruz,







24 Ocak 2014 Cuma

ELAZIĞ'IN BAHÇELERİ


  Babil'in asma bahçeleri gibi muhteşem olmasa da Elazığ'ın bahçeleri gerçekten biz şehir hayatının içinde boğuşan insanlar için gün doğumundan gün batımına kadar inanılmaz güzellikler barındırıyor. Yıllar önce bir arkadaşım (o dönemlerde küçük bir ilde yaşıyordu ve büyük bir bahçeleri vardı ) bir Istanbul ziyaretlerinde sohbet ederken; "yeşilin içinde olduğun için özlemişsindir oraları mutlaka " dedim. "Hayır hiç özlemedim dedi bıktım yeşilden,ağaç böcekten"dedi inanılmaz şaşırmıştım ve anlamakta zorlanmıştım.İnsan hiç yeşilden bıkar mı diye sordum kendi kendime.Belki hep aynı şekilde yaşamaktan ya da elinin altında olduğunu bilmenin verdiği rahatlıktan mıydı bu sıkılma diye düşünmekten kendimi alamamıştım.Ama bir kaç yıl sonra evlenip İstanbul'a yerleştikten çok değil bir yıl sonra inanılmaz sıkıldı bu şehirden."sanki nefes alamıyorum" dedi.Öğretmen olduğu için yazları ailesinin yaşadığı o küçük şehre ve bahçeye kendini dar attığına kaç kez şahit oldum :).Bu yaz biz eşimin ağabeyinin yaşadığı şehre Elazığ'a gittik ve inanılmaz görüntülerle karşılaştık yine.Ümit ağabeyin kayınvalide ve kayınpederinin bahçesine ve eşimin teyzesinin bahçesine bir kaç kez gidip çok güzel anılar biriktirdik yine.Çok yorucu olmasına rağmen bahçeyle uğraşan insanlar için terapi niteliğinde oluyor.Çocukluğumda kahvaltıda mutlaka biber bulunurdu ama ben kızartması dışında hiç sevmezdim.Buraya ilk geldiğimde yediğim biber benim biberle barışmamı sağladı,inanılmaz güzeldi tadı.Dalından kopararak yediğimiz meyvelerin de,topraktan sökerek topladığımız tüm yeşilliklerin tadına ve kokusuna doyamıyorsunuz.


Defne kuzeniyle güzel manzaraya birlikte poz veriyorlar.Ortadaki resimde salata için semiz otu topluyoruz.Semiz otu oralarda ayrık otu olarak büyüyor,özellikle ekmiyorlar yani.Anne babalarının gençliklerinde bu otu söküp atarlarmış.(ne ilginç değil mi?)

Eşim ve dutlar , meyveleri dalından kopararak yemenin zevki de başka gerçekten.Gittiğimiz zaman dut,kayısı ve erik zamanıydı çok güzeldi gerçekten.Bahçeden gün batımı.








Bereketli topraklar gerçekten ne ekseniz yetişiyor gibi.Resimdekiler sırasıyla ayçiçeği,biber,çilek ve patlıcan.Bu şehirde üzüm de yetiştiriliyor.Üzüm,dut pekmezi ve üzüm yaprağı bol bol alıyoruz burada.  Hayatımda ilk kez taze nohutu burada gördüm.


Burada sebze,meyveyi kurutmaya çok elverişli bir hava var.Ne yetişiyorsa kurtulmuş halini gördüm hemen hemen.Istanbul bu konuda çok elverişsiz bir havaya sahip maalesef.Evde biber salçası yaptığımda fırında kurutarak yapmıştım bu yüzden.Yukarıdaki resim teyzemizin bahçesi ,arı kovanlarının arka tarafı ceviz ağaçlarıyla dolu ne yazık ki resmini çekmemişim,görülmeye değerdi gerçekten.

Şehir hayatından bunalanlar için inanılmaz güzel manzara ve görüntülerle karşılaşabiliyorsunuz.Bu resimler Pertek'de bindiğimiz feribottan çekildi.Yüzünüzü nereye çevirseniz çok güzel bir görüntüyle karşılaşabiliyorsunuz.


Ilk üç resim Düzgün baba tepelerinden.Hayatımda bu kadar büyük bir çekirge gördüğümü hatırlamıyorum.Dördüncü resim ise yolda gördüğümüz bir görüntü.O sudan içtik inanılmaz serin ve güzeldi tadı.Düzgün baba türbesine çıkmak oldukça zor.Eşim yarı yoldan döndü :) .Söylediklerine göre ikinci resimdeki tepe gibi üç tane tepe çıkmak gerekiyor.Bu görünen tepeyi bile çıkmak çok zor.Kayalıkların orada insanlar küçücük görünüyor.Gittiğimiz zaman Temmuz ayıydı. Gidenler güneş kremleri ve gerekli malzemelerle tedariklilerdi.Yine gidenlerin anlattıklarına göre türbenin orada sicim gibi bir su akıyor ve orada bir çay kaşığı duruyor.İnanca göre kalbi temiz olanlar o kaşık kadar su alabiliyor sadece.Olmayanlara ise hiç su akmıyormuş.Düzgün Baba'nın hikayesi ise şöyle ;

Hikâyesinin anlatıldığı kendi ismini taşıyan halk şarkısı birçok çağdaş sanatçı ve grup tarafından yorumlanmıştır.
Dersim (Tunceli) yöresinde yaşadığı anlatılan Dersim aşiretlerinden Kureyşan aşiretine bağlı bir ermiştir. Asıl adı Şah Haydar olmak üzere, Mahmud Hayrani'nin oğludur. Mahmud Hayrani ise Mevlana'nın bir müridi olarak tanınmış bir kişiliktir. Haci Bektaş-ı Veli'yle akrabalığı olduğunu savunan bir kavmin 9. ya da 11. atasıdır. Soy şeceresi bakımından Hacı Bektaş ile aynı İmama çıkar.
Mahmud Hayrani Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanları otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani "Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar" diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdirse ağaç hemen yeşeriyor. Taze süsleniyor,keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyor.
Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar da Ne oldu, babam Derviş Mahmud'u mu gördün ki bu kadar hapşırırsın der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.
Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için utanır, mahçup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar.
(Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış. Bu hediklerle Zargovit'ten Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5km) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.)
Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine,Gidin bakın bakalım, bizim Şah Haydar ne alemde? der.
Müritlerinden birkaç kişi bu 2100 m. yüksekliğindeki dağın tepesine çıkar. Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu, herhangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye Durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler. (Bu düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden bu güne Düzgün Baba olarak söylenir.) Bugün dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider adaklar adar ve ziyaret eder.
(Kaynak Vikipedi)

Bu resimler de Kutuderesi denen yer.Yol boyunca insanlar şezlongları kenarda sulara giriyorlar ailece.Su çok güzeldi şırıl şırıl akan sesi ,rengi gerçekten görülmeye değer.Ikinci resimdeki tarafa dakikalarca bakarak o görüntüye daldığımı hatırlıyorum.Ümit ağabeyler bir süre sonra bu şehirden ayrılmayı düşünüyorlar insan ister istemez üzülüyor.Üç kez gittim her gidişimde inanılmaz görüntülerle ayrıldım oradan.Ilk gittiğimizde Munzur gözelerine gitmiştik mesela.Orası da inanılmaz güzeldi.Bir Elazığ yazısı daha yazmayı düşünüyorum Harput ve Munzur gözelerini anlatmayı planlıyorum o zaman.





AYVA REÇELI

   Evde olduğum süre içinde bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor.Ayvayı oldum olası sevdim,reçelini ise ayrı seviyorum.Hem çocuklar için,hem de elimizden geldiğince doğal beslenmek adına ayva reçeli de yapıyorum ara sıra.İşte tarifim...
-3 adet küçük boy ayva ( alışveriş yaparken en dikkat ettiğim şey ne alırsam alayım küçük boylarını tercih ediyorum.)
-1.5 su bardağı toz şeker
- Bir dal tarçın kabuğu
-3-4 adet karanfil
-3-4 adet ayva çekirdeği
-1 yemek kaşığı limon rendesi.(limonları artık derin dondurucuda saklıyorum,nereye lazımsa (donmuş haliyle) rendeleyerek katıyorum.Normalde limon kabuğu rendesini hemen hemen tüm yemeklere katıyordum,bu şekilde daha çabuk ve pratik oluyor .Çok sağlıklı olduğunu okumuştum, trendi ben de uyguluyorum.)

Ayvaların kabuğunu soyup küp küp doğradım,üzerine gelecek kadar su döküp kokusu çıkana kadar kaynattım,sonra üzerine şekeri döktüm,sonra diğer malzemelerin hepsini ekleyip kısık ateş 40 dakika kadar pişmeye bıraktım,tadı kokusu ve rengi güzel oldu.

23 Ocak 2014 Perşembe

NAR

 Cennet meyvesi nar , böyle adlandırılır hep.En sevdiğim meyvedir.İkiye böldüğümüzde gördüğümüz manzara çoğu insanı etkilemiştir büyük ihtimalle.Rengi , kabuğunun içindeki dizaynı , tadı bunlardan dolayı benim bir numaralı meyvem oldu her zaman.Oğluma hamileliğimde akşamları yemek yiyemediğim için meyve yedim.Nar favori meyvemdi bu süre zarfında.Hiç üşenmeden her akşam nar temizledim kendime , eşim  bu çabama ve iştahıma hep gülerek yaklaştı :) .Nar çiçeği rengi de en sevdiğim renklerden biridir.

 Narın faydaları saymakla bitmez bildiklerimi paylaşayım
1-Hareketsiz yaşam sürenler için ideal bir meyve çünkü nar yağ yakıcı bir özelliğe sahip.
2-Yemeklerden sonra yenirse hazım için birebir...
3-Potasyum ve C vitamini içerdiğinden bağışıklık arttırıyor,bundan dolayı kış aylarında sıkça tüketilmesi tavsiye ediliyor.
4-Antioksidan içerdiğinden kanser riskini azaltan muhteşem bir meyve.Özellikle çekirdekleriyle beraber yenmesi tavsiye ediliyor .
5-Yağ yakıcı özelliğinden dolayı damarlardaki yağı parçalıyor bundan dolayı kalbin en büyük dostu.
6-Bir yolculuğumuz esnasında çok güzel bir yerde mola vermiştik.Inanılmaz güzel ve doğal meyve suları ve şurupları görmüştüm orada ,ekşi nar suyunun altında şöyle yazıyordu şekere iyi gelir.
7-Dişetlerini kuvvetlendiren özelliği de var.
8-Mide iltihabı ve ağızdaki yaralar için de inanılmaz faydalı.
9-Tansiyon hastaları için ideal bir meyve, çünkü tansiyonu dengeliyor.
10-İshale iyi gelir.
11-Kabuklarının nar suyuna oranla çok daha yararlı olduğu belirtiliyor.
12-Kan yapar.

Bunlar bildiklerim,bu mucizevi meyveyi hiç üşenmeden yemek gerek..Kabuklarını da atmadan kaynatarak içelim :)


BILMECELER
1-Benim bir tek başım var,ama binbir dişim var .Kabuğum yarılınca yüreğimden kan damlar.
2-Fini fini fincan,içi dolu mercan
3-Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane.


Bereket sembolü  olarak da görülen nar herkesin yaşamına bin bereket getirsin...


13 Ocak 2014 Pazartesi

BEBEKLER İÇİN KAHVALTI

   Kızımın bebeklik zamanlarında hazırladığım meşhur kahvaltısını şimdi oğluma da yapıyorum. Meşhur dedim çünkü tanıdığım herkes bu kahvaltının tarifini almıştır benden :) .Elbette tek başıma bulmadım bu tarifi  biraz doktorumdan,biraz çevremdeki tecrübeli annelerden, biraz da kendi katkımla hazırladığım bir kahvaltı.

Tekdüze olmaması açısından her gün değişik malzemeler katarak yapıyorum.Ama kahvaltının olmazsa olmazları
-Yumurta sarısı
-1 tatlı kaşığı labne veya tuzsuz peynir
-1 tatlı kaşığı pastorize tereyağı
- 1 tane ceviz
- istediğiniz ölçüde formula süt

Belli zamanlarda değiştirerek eklediğim malzemeler de şöyle
-hoşaf şeklinde içme suyuna kaynatılmış gün kurusu ( kayısı kurusu) veya Kuru üzüm veya erik kurusu
-pekmez-tahin veya  ev yapımı reçel (reçeli içinde şeker olduğu için daha az tercih ediyorum)
-Tahıllı kaşık maması veya bebekler için etimek veya tam Tahıllı ekmek içi

Malzemeleri çatalla eziyorum,cevizi havanda döverek hazırlıyorum.Normalde bebeklere 1 yaşına kadar bu şekilde kahvaltı veriliyor.Ama kızımda 1 yaşından sonra hafta bir-iki kez verdim yine.Oğluma da aynı şekilde ara ara vermeyi düşünüyorum yine :)


NİŞASTALI EKMEK

      Evde ekmek yaparken unu özellikle tam buğday unu tercih ediyorum ama evde bir paket buğday nişastası kalınca bu hafta yapacağım ekmeği nişastalı yapmaya karar verdim.
2 su bardağı ılık süt
1 paket kuru maya
1 çay kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1 paket buğday nişastası (200 gr)
Aldığı kadar un
Üzeri için
2 yumurta sarısı (beyazlarını atmadım beze yapacağım)
Biraz susam ve çörek otu

Sütün içine şeker ve mayayı karıştırıp 10 dk.bekledim,sonra tuzu,nişastayı,unu karıştırıp bir süre yoğurdum.Cam bir kâseye alıp üzerine stres film geçip dinlenmeye aldım.Ben bu işlemi geceden yaptım.Sabah ilk işim hamura bakmak oldu.Güzelce kabarmıştı, hamuru ikiye bölüp elimle önce yoğurup sonra pide şeklinde tepsiye koydum.Üzerine yumurta sarılarını sürdüm ve susam çörek otu serptim Üzerlerine kuru bir bez örtüp 1 saat o şekilde yine dinlenmeye bıraktım.Tepsiyi fırına vermeden 10 dk.kadar önce fırını en yüksek ısıda açtım.Sonra üzeri kızarıncaya kadar pişirdim...


AFIYET OLSUN