5 Şubat 2012 Pazar

                      ÖLÜM DÜŞME PEŞİME GENÇTİR DAHA BENİM YAŞIM



              İç açıcı bir konu olmadığını biliyorum.Ama yaşamımızın içinde sevdiklerimizi kaybetmenin hüznü ile hayatı ve ölümü daha çok sorgular hale geliyoruz sanırım.Kaybettiklerimizi hasretle özlerken ölüme ah etmenin de bir faydası olmuyor ne yazık ki bize.Derin bir uyku mudur acaba ölüm?Eflatun'un idealar dünyası kuramında olduğu gibi ruh ölümsüz müdür gerçekten?Sorular çeşitlenir ve büyür ama cevap bulmakta zorlanırız. Ölümün karşısındaki çaresizliğimiz bizi türlü inançlara sürükler ve çoğu da mantıklı gelir insana....Bir televizyon programında bir psikoloğun konuşması ilgimi çekmişti..Yakınlarını kaybeden insanların kaybedilenle hayattaymış gibi konuşulması abartılmadığı sürece acı çeken için acının hafiflemesinde önemli rolü olduğunu söylemişti.. Büyüklerimizin "Allah sıralı ölüm versin,bize evlat acısı göstermesin"duaları için empati kurmakta zorlanırdım çocukluğumda, ta ki bir çocuk sahibi olana dek.
           
              Jack London'ın Martin Eden isimli kitabındaki anlatılan ölüm etkisinde uzun süre kaldığım bir anlatım şekliydi.Martin Eden'in denizde son bulan yaşamı,son nefesi,suyun derinlerinde yitip giden hayatının kendi diliyle anlatımı etkileyiciydi gerçekten.
                 Bir adam bankta tek başına oturup ağlıyor giden evladı için yanına yaşça kendisinden daha büyük biri oturuyor adamın haline içerleyerek "kardeşim sana ne oldu diyor seni izliyorum uzun süredir seni burada böyle ağlatan nedir" Acılı olan "oğlum öldü"diyor ağlayarak.."Başın sağ olsun çok üzüldüm,ben sana bir hikaye anlatayım"diyor diğeri.Acılı olan boş ve derin gözlerle bakıyor yine de dinliyor ,anlatıyor diğeri "Bir adam gencecik oğlunu kaybeder zamanın birinde.Ağlar yas tutar ve isyan eder oğlumu geri ver diye.Sonra Azrail gelir karşısına "eğer ölüm olmayan bir ev bulursan oğlunu geri vereceğiz" der adama.Adam düşer yollara bütün kapıları çalar "bu evde ölen var mı" diye sorar ve ölümün uğramadığı bir ev bulamayınca kaderine razı döner evine" diye bitirir hikayesini.
                  Gencecik bir fidanın gidişinin acısını insan nasıl hafifletir bilemem.O benim kuzenim,kardeşimdi. Diğer gidenler gibi büyük bir acı bırakarak gitti.Sessiz sedasız son sözünü söylemeden ,son kez yüzümüze bakmadan gitti.Yarım kalmış bir hayat hikayesi , o hikayenin genç kahramanı örselenerek,sınanarak sevip sevilerek hayatı özümsedi mi bilemem ama gitti bize son sözlerini söylemeden gitti.Şimdi yaşadıklarımızı tek tek geçirirken aklımdan gidişine bizleri hazırladığını düşünüyorum.O hepimize ders vererek insanların gerçek yüzlerini göstererek gitti.Yaşça büyüktüm O'ndan beraber büyüdük diğer kuzenlerimizle olduğu gibi.Deli dolu 
yerinde durmayan fırlama bir çocuktu.Bazen yaramazlığını dindirmek için şiirler okurdum.Bilmem okuduğum şiirlerden etkilendiğinden miydi yoksa şiir okuduğum için duyduğu şaşkınlıktan mıydı durulur uslanırdı. Çocukluğumuzun,ergenliğimizin,gençliğimizin bunalımlarını,gölgelerini,çıkmazlarını kimi zaman da mutluluklarını neşesini hep beraber yaşadık.Şimdi yaşamımın içinde yer aldığı için hem gurur hem mutluluk duyuyorum.Konuşuyorum O'nunla acımı hafifletmek amacı ile değil O'nunla konuşmaktan hoşlandığım için her ne kadar sohbetlerimiz tek taraflı olsa da...Şimdi bir kıskançlık duyarım ablamla yaptıkları uzun sohbetlerden dolayı.Rüyalarımda  O'nu evimde ağırlarken görüyorum hep aziz bir misafir,özlenen, ölümün yakışmadığı bir misafir gibi ağırlıyor O'na sofralar hazırlıyorum büyük bir neşe içinde.Yaşadığında yüzünden hiç eksilmeyen hüzün rüyalarımda yerini  mutlu bir yüz ifadesi ile yer değiştirmiş oluyor.Dedim ya insan acıdan her türlü inanca sarılıp gerçek olduğuna mantıklı sebepler bulur diye.Bu da benim asla vazgeçmediğim inancımdır.O artık çok mutlu buna da eminim diyor içimden bir ses
"Suya düşen bir karanfilsin sen "
 (Ahmet Telli)